20 Haziran 2010 Pazar

cam duvarım var pek güzel

benim kafam engelli! bunu bugün daha iyi anladım. televizyonda benden bi yaş büyük bi herif gördüm; 'Cam adam'. fiziksel olarak baya farklı. dinledim biraz. bağladı beni kendine, dolu dolu, ağır ağır komik. bi süre sonra esas konuya girdi. gazetede editörlük yapmış geride kalan 3 sene boyunca. şimdi kapanmış gazete. Cam Adam da boşluğa düşmüş 'ne yapsam ne yapsam' bunalmış, bugüne kadar ki yazılarını karikatürlerle besleyerek kitap haline getirmiş. anladığım kadarıyla bascak birini bulamamış, olay o. herneyse konu basım, matbaa, kalem, kağıt, mürekkep diil benim için. herifte kendimden bi parça buldum 2 dakka içinde. yazıyomuş! aklına gelenleri not alıyomuş! defteri varmış! bende karalıyorum... tabii sadece buraya diil. zaten burayı pek sevmiyorum. defterim var! içinde patatesle ilgili bişiler bile var. o derece aklıma geleni yazıyorum, o derece şuursuz, o derece topal. kafamın engeline gelince; o herifte gördüm kafamın engelini! saolsun. ne kadar bozuk, hatalı, kirli, kurtlu vs... olduğumu anladım. çok güzel bi duyguymuş. paha biçilemez. hepimiz aynıyız, beyin varsa hepimiz aynıyız. en azından hepimiz aynı DOĞRU şeyi yapma potansiyeline sahibiz. yapıyoruz yapmıyoruz o ayrı. neyse benim beynim engelli işte. kendimden bahsetmekten utanıyorum yazıcaktım ki içimden 'ne utanıcam ya. konuşmazsam kim ne bilcek beni? anlat kızım. konuşcan tabi, söylicek çok şeyin yok muydu senin, kimin başını şişirmekten korkuyosun? konuş!' dedim. cam adamı sevdim. bu onun için bişey ifade etmeyebilir. benim sevgime hiç ama hiç ihtiyacı yok. benim sevgime kimin ihtiyacı var acaba? defterimi özledim ona yazcağım daha özel şeyler var. daha kısa, daha net, daha saçma, daha topal şeyler.

17 Haziran 2010 Perşembe

insan kendinden nasıl nefret eder?

yeni bir soru. enteresan. bugün bir yerde birisi söyledi kimdi hatırlamıyorum...'Kendimden nefret ediyorum!'. şaırdım, biraz sonra da şaşırmama şaşırdım; bende kendimden pek hoşlanmam ve bunu içten içe hep söylerim ki aklım başıma gelsin. evet insan kendinden nefret eder. çünkü zaman öyle birşey ki onun içinde kaldıkça sürekli değişiyoruz. bir doğrumuz 5 sene öncenin ya da 10 sene sonranın yanlışı oluyor. gerçi bu kadar zaman aralığında bu değişimin olması normal. tehlike zaman aralığının daraldığı anlarda ki değişimler. onlar ne fenadır. insanı tutarsız, sorumsuz, güvenilmez yapar da ruhun duymaz. ben de çok biliyorum ya konuşuyorum işte. aslında çok farklı bir konuda yazcaktım, nerelere geldim... sırf yazabilmek için klasik müzik dinlemeye başladım, o kadar sevdalıyım! istanbul'dayım buarada. bu şehre de sevdalıyım. nasıl güzel konuşuyor, nasıl güzel kokuyor... bazı yeri lolita, bazı yeri kadın, bazı yeri serseri ergen, bazı yeri esrarkeş, bazı yeri ıslak, bazı yeri de fazla yumuşak...
herneyse asıl yazmak istediğim şey çok farklı bunlardan. hatta o kadar farklı ki şuanda yazsam mı emin olamıyorum; şiirle alakalı.hadi giriyorum konuya, hazır olun! şiirle pek sevişmeyiz, aramız iyi değildir ama arada elime geçerse okurum. az önce de bir arkadaşım Nâzım Hikmet'in bir şiirini paylaşmış;
En güzel deniz
henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz
henüz söylememiş olduğum sözdür...

beni etkileyen ilk iki satırdı.sanırım aşka ilgisizim ya da taşlaşıyorum. konuyu saptırmayayım söleyeceğim şey bu değildi. şiir sizcede tek kişilik bir sanat değil mi? başkasının okumasını sevmem! ben okumalıyım onu. zaten kırk yılda bir ruhumu şiirle besliyorum bırakın onu da yalnız yapayım.Bir şiiri mahvetmenin yolu onu toplum içinde okumaktır. bırak, okuma. projektörle yansıt duvara herkes kendi okusun... çok ruhsuzum, ölmeliyim.

kusura bakmayın sanırım kafam fazla dağınık sadece aklıma geleni direk yazdım. konum belliydi ama anlık düşüncelerim girdap olup içine çekti beni. evet evet ruhsuzum ben. ayrıca daha da yazasım var sırf saçmalamamak için susuyorum ama ona da ihtiyacım var. son zamanlarda kimseyle saçmaladım, yalnızım. en güzeli. sadece çekinmeden saçmalamayı çok özledim!